Tatillerde artık hep tanıdık,bildik kültürlerden biraz da sıkıldık. Eminim siz de öylesiniz. Ablam Dr Yasemin hem işi hem de merakı gereği sık sık Uzakdoğuya gider.Tayland’ı da bir başka sever ! Epeydir ailecek uzun bir Tayland seyahati yapmak istiyorduk ve o da gerçekten epeyce uğraşarak uzun ve müthiş bir tatil planladı. Bizi Tayland’ın (ve bence dünyanın) enilginç, en tuhaf yerlerine götürdü,yerelTaylandlı rehberler buldu. Bangkok’tan Chang-Mai’ya ,kuzey batıdaki ormanlara ,ilk kez Türklerin gittikleri coğrafyalara,oradan güneydeki muhteşem Samui’ye uzanan çok hoş unutulmaz bir seyahat yaptık.Bu seyahati ve gözlemlerimi ben de kaleme aldım,sizlerle paylaşmak istedik.Belki siz de bu coğrafyayı değişik açılardan keşfeder bize yazarsınız .
Seyahati oldukça detaylı anlattığım için yazı epey uzun oldu.Birkaç günde paylaşacağım .Bizi takip edin ...
Kendi adıma daha önce neden Uzakdoğu’ya gitmedim diye öyle pişmanım ki ! O incelikli kültürü,nefis yemekleri,harika meyveleri,Bangkok’taki kaosu ve insanlardaki belki de Budizme bağlı sakinliği,saygıyı hiç unutmayacağım.
Tayland’da ilk durağımız tabii ki Bangkok’tu.THYnin tarifeli uçuşuyla 10 saatlik oldukça iyi bir yolculukla havaalanından dışarıya ilk adımımızı attığımızda33C ve yaklaşık %70nem oranıyla karşladı bizi Bangkok ! İlk düşündüğüm şey yaklaşık iki haftayı nasıl geçiririm oldu itiraf edeyim.Ama saatlaer geçtikçe kızım Hayat’ın da , annemin de yani 7’den 70’e grubumuzun nasıl da alıştığını , hatta Tayland’dan ayrılırken aslında iki mevsim hiç de kötü değilmiş dediğimi de belirteyim .
Bangkok’ta konaklamak için çok alternatif var.Biz biraz da mesleğimiz gereği SPA ile ilgili olduğumuzdan Ananthara Riverside’ı seçtik. Ünlü Anantara oteller zincirinin en bilineni .
Yine de gecelik 100 bahta (yani yaklaşık 10-15 tl ye ) hosteller bulmak mümkün ancak bu tip yerlerde mutlaka temizliği kontrol etmelisiniz.
Bangkok’taki ilk günümüzde şehrin candamarı Chao Phraya nehrinde özel bir tur yapmaya karar verdik.Ancak özel tur için tercih edilen kanonun az büyüğü bir kanocuk geldik. Kocaman, üstelik yüklü katamaranların geçtiği nehirde ne yaparız diye düşünürken kendimizi salın içinde buluverdik. Sal küçük bir dalgada sallanıyor, kayıkçı da bizi eğlendirmek için hızlı hızlı giderken yüzümüze gözümüze Chao Pharaya’nın bereketli(!) suları çarpıyordu. Derken grupta bir bölünme oldu, biz 3 kişi inip bir tapınağa geleceğimizi zannedip bir iskelede indik ve grubun yarısının yani diğer 3 kişinin bize el sallayarak uzaklaştığını gördük! Zaten iskeleye o kadar zor çıkmıştık ki bir daha inmeyi göze alamazdık, diğer küçük şehir içi vapurları da aynı iskeleye yanaşıyordu. Fakat birdenbire, Bangkok’taki ilk günümüzde karma karışık bir yerde, yanımızda satın alma gücünden hiç emin olmadığımız miktar parayla, tek kelime Thai dili bilmeden, Thai alfabesinden tek bir harf anlamadan, İngilizce konuşan bir Tayland’lıya rastlamadan, hiç de güvenli bulmadığımız vapurlara doğru yürümeye başladık. Otele ulaşmak için gitmemiz gereken yeri biliyorduk ama acaba şu an neredeydik? Her neyse evrensel dil olan tarzancayla bir şekilde gitmemiz gereken yeri anlayıp kendimizi bir vapura attıktan sonra otelimizin yolunu tutmuş olduk. Grubumuzun kanoda kalan üç üyesi Choa Phraya nehrin ara kollarına dalmışlar, süper lüks gökdelenlerin yanında, nehir üstünde son derece sefil durumda ağaç evler görmüşlerdi. Hatta bir çocuğun girip nehirde yüzdüğünü, bir iguananın da fakir tahtadan bir evin terasında güneşlendiğine şahit olmuşlardı!
Aklımız kaçırdıklarımızda kalsa da otelimizin 23:30 e kadar açık havuz ve açık jakuzisi her şeyi unutturdu. Mango ve Hindistan cevizi ağaçlarının altında, havanın ısısından bol bol nasibini alan havuzumuz, tabiri yerindeyse cenneti andırıyordu.Hafif ışıklarla aydınlatılmış ağaçlar neredeyse kutsal, kutsanmış bir bölgede olduğumuz hissini veriyordu.
Ertesi gün Bangkok’un sokaklarını keşif için otelimizden çıkarken yerel giysileri içinde bir Hintli genç kızın yine yerel giysili, hint davulu çalan bir gencin eşliğinde otelin kapısının önünde çıplak ayakla dans ettiğini gördük. Ne olduğunu anlamaya çalışırken en az onlar kadar güzel dans eden bir Amerikalı genç de dansa başladı, otel görevlileri o akşam evlenecek çiftin yakınlarını otel kapısında böyle dans ederek karşıladıklarını söylediklerinde çok hoşuma gitti bu durum. Eğlenceye biz de katıldık.Hint dansı yapmak ne güzelmiş !
Ama o gün Büyük Saray ve Wat Pho’yu (Yatan Budha) görmeye kararlıydık. Büyük Saraya giderken çok merak ettiğim meşhur sokak satıcılarının yanından geçtik. Tezgahlarda kurutulmuş balıktan, taze meyveye, eski para, taş, kolyelerden , diş protezlerine ( evet yanlış okumadınız, diş protezleri, tek diş eksikliği, çok diş eksikliği, artık hangi dişiniz eksikse, kullanılmış eski protezler) kadar çok ilginç nesneler vardı!
Büyük Saray’a girerken hem kadınların hem erkeklerin mutlaka dizlerin altına gelen bir pantolon ya da etek, omuzların ise mutlaka kapalı olması gereken bir gömlek ya da t-shirt giymeniz gerekiyor.Aksi haldezinhar içeri almıyorlar, omuzlarınızı kapatacak bir şal kesinlikle işe yaramıyor! Annem turist olduğumuz için mutlaka anlayış gösterileceğine inandı ama boşuna .Sonunda hediyelik eşya mağazasından normalinden 10 kat pahalı, bir daha asla giymeyeceği bir tişört almak zorunda kaldıJ Bazen küçük sözü dinlemek gerek … Ama tüm bu zahmete değer .
Büyük Saray öyle güzel, öyle ince işçilikle, mermerler ve altınlar öyle bir zarafetle işlenmiş ki, şaşkınlığa düşmemek, bu büyük kültüre onun mirasçılarına hayran olmamak elde değil. Her milimetre karesi işlenmiş ve tüm yapıyla büyük bir uyum içindeki muhteşem mimari. Maalesef 1956 yapımı ‘’Kral ve Ben’’i izlediğinde çok küçük olduğum için hatırlayamıyorum ama 1999 yapımı aynı film ‘’Genç Kız ve Kral’’ı izlediyseniz bu muhteşem yapının bir kısmını görmüş olmalısınız. Doğrusu filmi izlerken o müthiş mimari ve ince işçilik benim gözümden kaçmış. Aynı komplekste bulunan Zümrüt Budha’yı barındıran The Royal Monastery of the Emerald Budha ise çok kalabalık olmasına rağmen garip bir şekilde çok huzurluydu. Tayland nüfusunun %95 i Budist ve halkın büyük bir kısmı Budizmin Theravada koluna mensup.
Bu muhteşem saray kompleksinde 200 yıl önce rahiplerin nasıl huzur içinde meditasyon yaptıklarını hayal etmek bile bize iyi geldi. Mutlaka tekrar gelmek ve uzun kalmak üzere Wat Pho Tapınağı’na yani Yatan Buddha’ya doğru yola çıkıyoruz. Bunun için de tüm Güney Asya’ya özgü tuk tuklara binmeye karar veriyoruz. Tuk tuk etrafı tümüyle açık, üç tekerlekli, küçük motorlu, 3 yolcu ve bir şoför kapasiteli araçlar. Bangkok’ta trafik her zaman yoğun olduğu için bu küçük araçlarda olmak avantaj sağlayabiliyor. Bizim gittiğimiz yönde trafik nasıl olduysa açıktı, tuk tukun sürücüsü de hazır yol açıkken hızla gidiyordu ki eşimin şapkası rüzgardan uçtu! Yaklaşık 50 metre gerimizde kaldı, sürücü fark ettiği gibi aracı durdurdu, eşim şapkayı almak üzere iniyordu ki karşı taraftan gelen motorsikletliler eğilip yerden şapkayı alıverdiler gözümüzün önünde! Evet, burası Bangkok, dünyanın en karışık şehirlerinden biri . Demek ki eşime Bangkok hatırası bir şapka alacağız . Derken Wat Pho’ya yani Yatan Buddha tapınağına geliyoruz. Buddha 15 metre yükseklik ve 43 metre uzunlukta ,yastığa uzanmış durumda tasvir edilmiş. Ayakları 3 metre yüksekliğinde ve 4-5 metre eninde. Ayaklarının altında 108 tane uğur sembolü var ki sedef kakmalı. Devasa bir heykel ve bir o kadar da ince bir zevkle karşı karşıyayız. Yapı 1780’lerde tamamlanmış, ihtişamı göz kamaştırıyor. Burası da bir kompleks içinde ve ilerledikçe başka çok ilginç ve eski yapılarla karşılaşıyoruz. Geleneksel Thai masajının burada doğduğuna inanılıyor. Kompleksin içinde görme engellilere masaj yaptırabiliyorsunuz. Tapınağın sakin bir zamanını yakalayıp derin bir meditasyon için tekrar gelmeye can atarak tekrar yola koyuluyoruz. Yolda tezgahlarda satılan harika tropikal meyvelerin tadına bakıp, Budist rahiplerle beraber vapura biniyoruz…Rahipler toplumda büyük saygı görüyor.Hamile ve yaşlılarla beraber onlara da toplu taşımada ayrı yer ayrılmış.
Devamı yakında …
07 Ocak 2020